Dedim ki geçen akşam Ferda’ya;
“Hani biz seninle leb demeden leblebi tozunu püskürtüyoruz ya, hani sen Emrah’la da öylesin, işte entelektüel uyum, iyi seks, medeniyet derecesi filan hep teknik meseleler… Asıl aşkı aşk yapan şey, o özel iletişim.”
Ferda hak verdi bana. Zaten iyice saçmalamıyorsam, çoğunlukla hak verir. Hani tam anlamıyla katılmadığı durumlarda bile önce hak verip, sonra neden katılmadığını dile getirir. Çok kalite kızdır, Ferda, onun gibi bolca insan olsa keşke etrafta…
“Bunun için iki şey gerekli” dedi sonra.
“Yetenek ve zaman… Karşındaki özel bir dili yakalayabilecek yetenekteyse, zamanla bu er ya da geç oluşur.”
Her seferinde o kadar sabırlı mıyız, emin değilim gerçi…
Nedir sahi aşkı aşk yapan?
Hani birini çok arzulamak, gece gündüz takıntılı biçimde onun yanında olmayı istemek, her hareketine bir isim, bir anlam yüklemek ile tanımladığımız aşkı kastetmiyorum elbette. İngilizcede bunun için özel bir kelime uydurmuşlar; “infatuation”… Bizde yok maalesef. Gerçi biz de “aşk”ı uydurmuşuz, “sevgi”den ayırarak… O belki daha hoş, en azından içerik bakımından…
Aşktan kastettiğim, hormonal sayımlara göre ömrünü ortalama üç yılda tüketmeyen, sadece hayata meydan okuyabilecek potansiyeldeki insanların deneyimleyebileceği o özel duygu… Ruhu kavrarken, bedeni tüm acizliğiyle kendine bir tür “gönüllü” tutsak kılabilen; bir dosta duyulandan çok daha yoğun ve özel olan o zaman zaman komik, zaman zaman erotik iletişim biçimi… Dünya üzerinde olup olabilecek en samimi, en dolaysız etkileşim… Karşılıklı kompleksleri, zaafları bile eğlence unsuruna dönüştürebilecek ileri düzeydeki barış seviyesi…
“Aşk” kelimesini bunun için kullanamazsam, başka hiçbir şey için kullanamam…
İçinde samimiyet olmayan bir şeye “aşk” demek kadar büyük pek az gaflet olsa gerek… İşin dilbilimci tarafı beni ilgilendirmiyor, ben kendi sezgilerimin yardımıyla konuşuyorum –ki aslında dil, sezgilerle algılanmak üzere icat edilmiş olmasına rağmen, onları kalıplara sıkıştıran da yine bizleriz – ve haliyle tamamen kişisel ilham dünyamdan referans aldığımı belirtmek isterim.
Geçen Cumartesi biriyle tanıştım. Gözleri merak dolu, şaşırtıcı derecede iyi niyetli ve özünde çok masum biriyle… Onu çok arzuladım. Sadece bedenini değil, gözlerinde asla inkâr edemeyeceğim biçimde parlayan o acıtıcı iyi niyetini arzuladım. Bana ister istemez yönelttiği ve anlamlandıramadığı korkusunun üstesinden gelirkenki bilinçsiz cesaretini kıskandım.
Tam bir geri zekâlıyım. Bu gece kafasını çok karıştırdım ve onu kendimden alabildiğine uzaklaştırdım. Kendimi ona layık mı bulmuyorum, yoksa onu hastalıklı aşk anlayışımdan mı koruyorum, bilmiyorum.
Dedim ki ona;
“Lütfen, sev beni!”
Böyle bir şey söylenir mi ki kimseye?
Haliyle direk alkol oranımı sorguladı ve haliyle ben de direk sinirlendim. Alkol oranımı sorgulaması değildi elbette sinirlendiğim, beni ancak böyle tolare edebileceği bir cümle kurmuş olmama sinirlendim. Kendime kızdım yani…
Yoksa kim olsa alkolde arardı sebebini… Neden biri “lütfen, sev beni” gibi anlamsız bir cümle kurar ki yeni tanıştığı flörtüne? Sabaha kadar ağlasam, yine iflah olmam.
“Ezberleme sevemem ki seni, böyle bir talebi nasıl değerlendirebilirim?” dedi…
“Beni eve bırak, lütfen” dedim.
Belki sandı ki, ben ona “beni sev” dediğimde, beni seviverecek… Belki de sandı ki, ben ona “beni sev” dediğimde sevemezse, hayata ihanet edecek… Muhtemelen sandı ki, ben ona “beni sev” dediğimde benim iznim olmadan kimseyi sevdiğini söyleyemeyecek…
İyi ki ona “Lütfen, âşık ol bana!” demedim.
Zaten bunu söyleyemezdim. Sevgi, dilenilmesi ekmek kadar hoş görülebilir bir olguyken; aşk dilenmek en iffetli kadını bile bir anda orospu kılabilecek miktarda laneti bünyesinde barındırır.
Aslında temsil etmeye çalıştığım değerleri taşıyan bir kadına âşık olmasını ve bu yolla onu manipüle edebilme yeteneğimi konuşturmayı tercih etseydim, muhtemelen şu an Boğaz Köprüsünün üzerinde “Gelmiş geçmiş tüm seçimlerimden ben sorumluyum!” diye bağırıyor olurdu. Ama ben zaaflarımla, üzerlerine sayfalarca ahkâm kesebileceğim doğrularımın yaşamımdaki tüm zavallı ve yetersiz izdüşümleriyle, sonsuza dek arkasında duracağım bütün korkularımla ona kendimi sunmak istiyordum.
“Ne kadar dönersem döneyim, kıçım daima arkamda, sevgilim!” demek istiyordum…
Beceremediğimiz nokta da bu zaten… Kendimizde yüzleşemediğimiz zayıflıklar yüzünden, başkasının zayıflıklarından öcü gibi korkuyoruz. Sanıyoruz ki; “Ben kendi derdimi yüklenemezken, başkasının sorunları beni kim bilir nasıl göçertir…”
Bazılarımız da tam tersi; “Ben bu kendime ait olmayan ağır yükün üstesinden gelebilirsem, kendi sorunlarımı havada karada hallederim” diyebiliyorlar gerçi… Yine de o da direk kendilerine odaklı bir menfaatin umudu oluyor.
Aşkın bendeki kelime anlamı pek ağır… İstiyorum ki daha bismillah, ilk market alış-verişimize çıkmadan kimse “ayrılınca dost kalalım mı, şekerim?” demesin. İstiyorum ki, hangi aşamada olursak olalım, kimse aşkın sonuna dair olumlu ya da olumsuz bir cümle sarf etmesin. İstiyorum ki, yıldızlar olsun, sonra gün doğsun, derken olması gerektiği için olması gereken her şey olsun, ama kimse bunlar hakkında kesin hüküm vermesin…
İstiyorum istemesine de, adama “beni sev” demeden de duramıyorum. Gerçi “sev” geniş zaman kipi… Ama bu daha da ürkütücü olsa gerek…
Niye ona “beni sev” dedim ki?
- İlk olarak, diyebilmem bile büyük başarı aslına bakılırsa, fakat o bunu doğal olarak bilmiyor…
- Sonra, serde güvensizlik var… “Ya seviyormuş gibi görünürken beni sevmezse?” diyorum… (Sanki “olur severim” dese bir halt olacak…)
- Bir de itiraf edemediğim kaygılar söz konusu: “Ya, bir şey var, hani her şey yolunda, görmesine tüm şeffaflığıyla görüyorsun, dokunmasına dokunuyorsun da arada strech film var sanki hiçbir şey tam olmuyor” psikolojisi...
Tabii tam tersi olarak, ağzımdan çıkanın kulağım tarafından fena halde azarlandığı unsurlar da mevcut…
— Manyak mısın kadın sen? Ne zavallı bir laf bu! Şu ana kadar adamın gözünde yüz üzerinden yüz bin puan sahibiydin, karizma bu kadar mı acımasızca çizilir? “Lütfen sev beni”ymiş… Bir de üşümüş yavru köpek bakışı atsaydın bari… Havla hatta…
İnsan bazen sıkı saçmalayabiliyor.
Yine de neden “Lütfen, beni sev” diyebiliyoruz? Böylesine zayıflık göstergesi bir arzunun dile (alkollü ya da alkolsüz) gelebilmesi nasıl mümkün oluyor? (Kardeşimin nişanlısı da kardeşime sık sık sarf ediyormuş aynı cümleyi. Ucube olmadığım sonucuna da oradan varıyorum.)
Kötü niyetli değiliz aslında. Belki çocukluğumuz boyunca gözlerimizden fışkıran sessiz sözcükleri kusuyoruz, artık hak kazandığımıza ikna olduğumuz, geç kalmış o masum şımarıklığımızla… Belki korkaklığımıza hesap soruyoruz… Belki de ilk kez reddedilmeyi göze alıyoruz.
Belli ki bir yerlerde sevilebilir olduğumuzdan şüphe de ediyoruz. Hem bu hatırı sayılır türden bir şüphe… Vaktinde kendimizi çatır çatır sorgulamış, yargılamış ve cezalandırmışız. Henüz hala hüküm altındayız. Ah bu kompleksler…
Yok yok, kötü niyetli değiliz. Her önümüze gelene sarf etmiyoruz ki bu cümleyi! Tamam, Kaf dağının ardından Anka tüyü getirdi diye de seçmiyoruz o kimseyi, ama bu bir tür içgüdü nihayetinde… Özel bir tarafı oluyor iletişimin ki, yüz buluyoruz.
Yine de iyi ki “Lütfen, âşık ol bana” demedim ona…
Peki, biri bana “Lütfen, sev beni!” dese kıçım kalkar mıydı? Hani doğruya doğru, ne hissederdim?
Cevap veriyorum; biraz kalkardı. Tamam, elbette ki bunu söyleyen kişinin bunu benden mi yoksa sevilmeyi dile dökecek kadar arzuladığı için herhangi birinden mi beklediği konusunda şüpheye düşebilirdim. Ama nihayetinde bu dile gelme hali “benim” karşımda oluşan bir cesaretten kaynaklandığı için onur da duyardım.
Peki, karşımdakine ne yanıt verirdim?
Sanırım benim de kendisinden hoşlandığım biri olsa şöyle derdim:
“Lütfen, sen de seni Allah’ına kadar sevebilmeme izin ver!”
Bu çok önemli… Biri sevse diğeri izin veriyor mu ki? Talep edilmesine ne bakıyorsunuz? Mümkün olsa, kişi ekstra yardım istemez zaten…
Birkaç saat öncesiydi. Dedim ki ben bu adama:
“Kalbim, bir insanın alabileceği en büyük hasarlardan birini aldı, ama bu aşka olan inancımı hiç olmadığı kadar güçlendirdi. Ben sonsuz aşkın var olabileceği teorisini savunuyorum. Bence bu o sözünü ettiğim özel iletişimle alakalı…”
O da kırıla döküle dedi ki bana:
“Ya tabii, ben de buna inanmak isterim, ama iki insan geçmişte pek çok paylaşımda bulunmuşsa ve artık birbirini yeteri kadar arzulamıyorsa, her şeye rağmen arkadaş olmamaları için bir neden yok…”
Ben de dedim ki ona:
“Bir insan diğeri yanında yokken bile, o ortamda onunla olsa birlikte neleri gözlemleyebileceklerini, neyin üzerine ne geyik çevirebileceklerini, nelere gülebileceklerini biliyorsa, o insana bayılır. Değil ki bir de bu insanla sevişmek ona hangi cinsiyete mensup olduğunu yoğun biçimde hissettirebiliyorsa, o insana âşık olunur. Böylesi bir aşk da, iki hormona, üç seneye kurban gitmez, en fazla arada bir birbirlerini değil, seksi arzulamadıkları için arada sevişmezler.”
O tabii bana şöyle dedi:
“Tamam, canım, olsa ne güzel olur, ama olmasa da arkadaşlık bozulmamalı.”
Ben çaresiz:
“Elbette, bozulması çok samimiyetsiz olur” dedim.
“Bu arada, ben kadınları akıllı, kavrayış yeteneğine hâkim, incelik sahibi, birikimli oldukları sürece çekici bulurum. Senin güzel olman burada ayrı bir şey. Yani şikâyetçiyim diye söylemiyorum, ama şart değildi hani…” dedi.
Elbette ki bu cümleden sonra onun kollarına “Lütfen beni sev” diye atlamadım, o kadar da hor görmeyin beni! Yine de konu buralardan dönüp dolaştığı için, adamcağızı nasıl ürkütmüş olabileceğimi tahmin etmelisiniz diye tüm bunları anlattım. Hani Sezar’ın hakkı da Sezar’a…
Ne kadar karizmatik başlayan bloğum, şu an ne hale geldi… İşte ilişkilerim de böyle oluyor sanırım. Biraz fazla “iyi” bir tablo çiziyorum ve kendime dair sıradan insan zaaflarını içeren bir açı sunduğumda, karşımdakini peri masalından buz kovasıyla uyandırıyorum.
Böyle anti-kahraman bir üslup çok daha iyi… Belki sayesinde sosyal ilişkilerimi de daha sağlıklı hale getirebilirim… Zaten ne demişti Necip, dur:
“Sen pop-saykoloci yapıyorsun” demişti… Bu adam da “öznel idealistsin” diyor. Bunlar kendime yakıştıramadığım tabirler…
Yine de ben adama iyi ki “Lütfen, bana âşık ol!” dememişim…
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
19 yorum:
"Birkaç saat öncesiydi, .."
:)
"lütfen sev beni"; kavgada bile söylenmez;)
şaka bir yana uzun süredir tanıştığımız; yani ne tür filmleri, müziği, hangi yemekleri sevdiğini, mizah anlayışını bildiğimiz birine söylemek anlaşılabilir; bu karşıdaki kişiyi arzuladığımız ve karşılığını almak istediğimizi belirtir, buraya kadar anormal bir durum yok. ama yeni tanıştığın birine söylendiğinde sanki sevilmeye duyduğun ihtiyacı ön plana çıkarıyormuşsun gibi geliyor. karşındaki de bir anda önemsiz hissedebilir kendini. benim seni sevmemi değil, herhangi biri tarafından sevilmek istiyorsun demiş olabilir içinden. ben değil, herhangi biri olabilirse, bu neden ben olayım diye düşünmüş olabilir. birini sevip sevmeyeceğimizi bize birilerinin söylemesi hoşumuza gitmez. bu karşılıklı ilgi duyduğumuz biri bile olsa ters tepebilir. içimizdeki sevilme arzusunu sipariş veremeyiz değil mi?
bu bağlamda "beni sev" veya "bana aşık ol" arasında çok fazla fark olmadığını düşünüyorum. kendini çok zayıf hissettiğin bir anda "sarıl bana " demek gibi değil, böyle bir ifade çok daha masumane olurdu.
-bu arada bunu değerlendirmek haddim değil elbette. biri bana bunu deseydi ne düşünürdüm diye düşünüp yorumlamak istedim kendimce naçizane. umarım yanlış anlaşılmam ve yazılarınızdaki derinlik başımı döndürüyor olsa da severek, öğrenerek okuyorum, belirtmek istedim, esenlikler-
"lüften, sev beni" mi? insan sevilmeyeceğinden eminse der mi böyle bir şeyi oysa?
ikinci düğümü atmışındır sen. bir de sağlamasını yapayım demişindir. tepki ölçer olanından. "sev beni"ye verilecek cevap, arkadaşlığın bozulmamasından filan daha önemlidir hem di mi hakkaten?
siz yazilarimi sevin demesenizde biz tüm yazilarinizi seviyoruz.
Selamlar,
Gerçek aşk tanımınız çok hoşuma gitti. Bitmez diyorsunuz. Olabilir olduğunu varsayalım. Ancak bir soru - iki insan tanıştı, sonra aralarında o özel iletişim oluştu, zaman geçti, seks hala çok güzel ama o ilk heyecanını kaybetti, etrafta dolu güzel ve akıllı insanlar dolaşıyor her iki cinstende. Sonra o iki kişiden biri başka biriyle tanışıyor..Bu sefer yeni tanıştığı biri ile o özel iletişim oluşuyor diyelim. Neden? Oluşamaz mı sizce? Peki bu durumda sonuç ne olacak? Aşk var mı hala? Varsa kim kime aşık? Aşk ölmez diyorsunuz. Sizce ne senaryö gelişir?
Hiçbir "senaryö" gelişemez çünkü "senaryö" diye bir şey yoktur. ;)
Şayet siz bu özel iletişimi sürekli olarak birileriyle yakalayabiliyorsanız, sizi "iletişim gurusu" ilan ediyorum, zira bahsi geçen özel iletişim, biz fani insanlar için 30-40 senede ancak bir tek gün açan kaktüs çiçekleri kadar nadide bir olgudur.
İlk heyecanlarını kaybeden ilişkiler, ilk heyecanlarına hapsolmuş ilişkilerdir. Söz konusu aşk için ise, her paylaşım ayrı birer ilk niteliği taşır.
Sn benedicta bayiliyorum su dünyaya bakis aciniza.
Aslinda cok karmasik gibi gözüken olaylarin alsinda cok basit cözümleri oldugunu ve her ne olursa olsun cüzümün illaki sevgi ve saygi dan gectigini yazilarinizdan anlamak cok kolay.
Sevgi ve saygi herkese ve hatta ilk önce uygun dozajda verilebilirse bütün problemler kendiliginden cözülebilirmis meger.
Ama artik bu dozaji yakalamak mi zor yoksa yakalamayi istemek mi daha zor bilemeyecegim ama , olmuyor iste birtürlü ...
Sanirim ask'i tarif edebilmek icin gercekten yasamis olmak lazim.
Ve sizde ben bunu görebiliyorum, sadece teoriden gitmediginiz acikca gözüküyor.
evet şekerim iyi ki "bana aşık ol" dememişsin.
çocuk masumluğu ve saflığıyla su istemisin sadece ki daha normal bişey olamazdı. beni sev derken ne var ki oyunu bozmuşsun sahneden inivermişsin.. korkar insanlar sınırları belirlenmiş alışılageldik oyunların bozulmasından.ben hep öyle gördüm en azından.
sadece yazdıkların için değil bu akıcılıkta,kalitede ve olgunlukta yazabilecek kadar kendini yaptığın şey için yani şimdi olduğun kişi için sevdim seni.
ve evet bişey ifade eder mi senin için bilmiyorum ama o aşka ben de inanıyorum.
Sen de beni sev!
Beni ara, bul anla ve sev.
bazen turkce yazip anlatamayabiliyorum demek istediklerimi ama neyse deneyecegim burda :)
bence seninle ayni "frekans"ta olan biri senin "sev beni" cümlesini farkli gorebilirdi. biz ve etrafimizda kaliplari olan o kadar cok insan var ki boyle seyleri soylemek mumkun degil. bence bravo. insanlari şaşırtmak gerekiyor, o kalipların kirilmasi gerekiyor. ask olsun sevgi olsun bu kavramlari anlamayi öğrenmemisiz ki. senin gibi risk almayi seven ve sevgi prensiplerine inanan, topluluga birer birer tane ögretiyorsun. inan bu cocuk senin dedigini hayat boyunca unutmaz ki zaten egoyu kabartma peşinde degilsin zaten. bu cocugun suptil enerji seviyesine dokunmuşsundur ki bu ona verecegin en buyuk armagan. bu olayin derinligini anlamazsa da "whatever, next!" deyip gecmek kendin icin yapacagin en iyi sey.
sevgiler
irem (ankara)
Bence çok üst düzey bir farkındalık bu. Sorun şu ki, hayatın her alanını orospuluk sarmış. Orospu gibi davranmayınca da ezik gibi görülüyor insanlar. Herkes aç ama kimse de ortadaki yemeğe uzanmıyor, malum, karizmayı çizmemek, açlıktan gebermek gerek.
mailini bulamadım o yüzden burdan yazıyorum.
nerelerdesin özlettin kendini, yazsana gene..
işin özü "lütfen sev beni" çok konforlu ve çok akılcı bir istek. keza sevmenin değil sevilmenin konforlu olduğunu tecrübe ettik. hep beraber.
O'nun ne anladığını hiç tartışmıyoruz.
Nedir sahi aşkı aşk yapan?.... ellerine sağlık..
iç ses: yihu!! benim gibi, uzun ve doğaçlama yaza biri!!
dış ses: bu "sev beni" kalıbını(aa, 'sev beni' diye bir şarkımız vardı vakti zamanında) sıklıkla sevmediğim kişilerden duyduğum için, gayri ihtiyari korkardım ben. zira, tatsız hatıralar/travmalar var bu mevzuda..
saçma sapan yerlerden 'looser' bir davranış gibi görünse de; içini herşeyi göze alıp yüreklice
sansürsüz paylaşabilmenin, en kutsal erdemlerden olduğuna inanıyorum(yahut kendimi kandırıyorum).
yani dışarıdan ne kadar salakça görünürse görünsün, bence gayet yi yapmışsın.
"Lili sev beni."
Mayakovski de aynı hatayı yapmış:)
Elbette bu farklı bir durum. Verilen hediyenin lütuf gibi görünmemesi için dolaysız incelikli bir yöntem seçmişsiniz. Çok severim. Arada küçük boya badana işleri yaparak şöyle böyle geçinen bir arkadaşım vardı. İşsiz güçsüz, paraya sıkışık olduğum bir dönemde iki büklüm olarak bana "Birkaç gün yerime bakar mısın? Şehir dışında işim var, gitmem gerekiyor ama yerimi de kaybetmek istemiyorum." demişti. Ah zaten anlamıştım neden bunu istediğini ama 2-3 gün sonra bir çay ocağında karşılaştığımızda hem duygulanmış hem de bol bol gülmüştük:)
Ama bu görece daha az karşılaşılan durumdur. Sık karşılaşılan durum bu incelikli insanların iyi niyetinin bir zaafla karıştırılmasıdır. Bahsettiğiniz şu aşkla uyumlu olabilecek bir mutluluk oyunu fikrim var. Bence bir ilişkide herkes karşısındaki kişiyi mutlu etmeyi arzulamalıdır. "Ben zaten onunla olduğum için mutluyum, öyleyse onu mutlu kılmalıyım."(aslında böyle düşünmezsiniz bile, zaten içinizden taşmaktadır her şey) Hani karşılığı da varsa, gözetiliyorsanız...
Bu türlü inceliği sanırım bir yerde yitirdik, köpeklerden biraz korkarım onların kalabalık olduğu tenhalarda. Ama gündüz vakti hani bir canavarın aklını alırım. Biraz eğilirsiniz, boyunuz ondan kısa olur, elinizi üzerine doğru değil de avucunuz yukarı bakacak şekilde uzatırsınız. "Sana güveniyorum" o zaten sizin ondan uzun olduğunuzu bilir, jestinizi görür ve karşılık verir. kolunuzu un gibi öğütmek yerine kafasını avucunuzun içine bırakıverir.
"Lili sev beni."
Mayakovski de aynı hatayı yapmış:)
Elbette bu farklı bir durum. Verilen hediyenin lütuf gibi görünmemesi için dolaysız incelikli bir yöntem seçmişsiniz. Çok severim. Arada küçük boya badana işleri yaparak şöyle böyle geçinen bir arkadaşım vardı. İşsiz güçsüz, paraya sıkışık olduğum bir dönemde iki büklüm olarak bana "Birkaç gün yerime bakar mısın? Şehir dışında işim var, gitmem gerekiyor ama yerimi de kaybetmek istemiyorum." demişti. Ah zaten anlamıştım neden bunu istediğini ama 2-3 gün sonra bir çay ocağında karşılaştığımızda hem duygulanmış hem de bol bol gülmüştük:)
Ama bu görece daha az karşılaşılan durumdur. Sık karşılaşılan durum bu incelikli insanların iyi niyetinin bir zaafla karıştırılmasıdır. Bahsettiğiniz şu aşkla uyumlu olabilecek bir mutluluk oyunu fikrim var. Bence bir ilişkide herkes karşısındaki kişiyi mutlu etmeyi arzulamalıdır. "Ben zaten onunla olduğum için mutluyum, öyleyse onu mutlu kılmalıyım."(aslında böyle düşünmezsiniz bile, zaten içinizden taşmaktadır her şey) Hani karşılığı da varsa, gözetiliyorsanız...
Bu türlü inceliği sanırım bir yerde yitirdik, köpeklerden biraz korkarım onların kalabalık olduğu tenhalarda. Ama gündüz vakti hani bir canavarın aklını alırım. Biraz eğilirsiniz, boyunuz ondan kısa olur, elinizi üzerine doğru değil de avucunuz yukarı bakacak şekilde uzatırsınız. "Sana güveniyorum" o zaten sizin ondan uzun olduğunuzu bilir, jestinizi görür ve karşılık verir. kolunuzu un gibi öğütmek yerine kafasını avucunuzun içine bırakıverir.
bu yazıdan nefis bir romantik-komedi film çıkar. üstelik woody allen'ın bile kıskanacağı türden. :) sevgiler...
"...Kötü niyetli değiliz aslında. Belki çocukluğumuz boyunca gözlerimizden fışkıran sessiz sözcükleri kusuyoruz, artık hak kazandığımıza ikna olduğumuz, geç kalmış o masum şımarıklığımızla… Belki korkaklığımıza hesap soruyoruz… Belki de ilk kez reddedilmeyi göze alıyoruz." Bu cümleleriniz alkıllıyorum.Bir başka blogger vesilesiyle sizin sayfalarınızı heyecanlı bir roman gibi okumaya başkadım.Her davranışımızın temeli çocukluğumuzda yatıyor aslında.Oraları temizlersek,dengemizi bulacağımıza inanıyorum.Karşınızdakini çok onurlandırmışsınız aslında ancak birçok ifadelerin içi boşaltıldğı için adam sarhoşmusun diyor. Bir adam bana böyle bir şey söylese,ona acıyarak bakar köpek yavrusu sever gibi severim.Eğer onunla daha önce bir tanışıklığımız varsa ve kadının ruhundan da anlıyorsa,ona hayranlıkla bakarım.(ÜTOPYA)
Yorum Gönder