28 Ağustos 2009 Cuma

Montgomery Clift Çok Yetenekli Adamdı

Hiç küfür etmeyen insanlar var hayatta. Çoğunluğu kadın. Sinirlenince en fazla “terbiyesiz” filan diyorlar. Her şeyi eleştirir, güzel olan her şeyi de ayıplarlar. Nasıl deşarj olur bu insanlar diye hep düşünürüm. Acaba yatakta mı deliriyorlar?

Sanki sürekli beklemedeyim. Neyi beklediğimi bilmiyorum. Eskiden aşkı beklerdim.
“Biri gelse, beni olduğum gibi sevse ve bütün şehir çekip gitse” derdim.
Artık aşkı da beklemiyorum.

Bir ara dünya değişecek gibi geliyor bana hep. Hani bir sabah uyanacağız ve gerçeklik algımız tamamen kaymış olacak. Birden yerçekimi ortadan kalkmış gibi mesela. Ya da gökyüzü rengarenk olmuş gibi. Küfür etmeyen kadınlar yarı bellerine kadar evlerinin pencerelerinden sarkacak ve avazları çıktığı kadar;
“Kıyaameeettttt!!! Kıyaaameeeettt!” diye bağıracaklar.
Kafaları şişen kocaları da onları sarktıkları bu pencere önlerinde becerivermeyi hayal edecekler. Sırf karıları sussun diye. Ama buna yeltenmeyecekler.

Neyi bekliyorum ben?

Kuvvetli bir rüzgar başladı dışarıda. Odam loş. Bu odayı seviyorum. Kafam iyiyken, yüksek bir falezin içine gömülüymüşüm gibi geliyor bazen. Hani camdan baksam okyanusu görürüm. İnsanların yanına da uçarak giderim.

Uçan bir denizkızı olduğumu görmüştüm bir kez rüyamda. Tombulcaydım, kuyruğum yeşildi. Upuzun, dalgalı, kestane rengi saçlarım vardı. Sürekli ağlıyordum. Sevgilim mi gitmiş, ne olduysa artık… Denizin iki üç metre üzerinden uçuyordum. Kıyı restoranlarından geçerken, masalardan içki aşırıp kaçıyordum. Sonra bir barmen bana beleş tekila verdi. Denizkızı oluşumu ilginç bulmuştu sanırım. Giden sevgilime küfürler savurarak üç-dört tane şat yaptım. Sonra baktım barmen bana asılmaya meyilli, uçtum, uzaklaştım.

Bunları uydurmuyorum, gerçekten sarkastik bir bilinçaltım var. Üstelik çoğu zaman rüyalarımı kontrol de edebiliyorum. Dezavantajı da fazla uyumak. Bir yanda kontrol dahi edebildiğin, üstün güçlere sahip olduğun, zengin bir dünya var. Yoldan adam çevirip, yüzüne dik dik baktıktan sonra ona,
“Sen şimdi benim bilinçaltımda neyi simgeliyorsun?” diye sorabiliyorsun.
Pek sevmiyorlar bu tip soruları, ama gerçek hayatta bunu yapamazsın. Sokaktan birini çevirip,
“Sen şimdi benim hayatımda ne arıyorsun?” diyemezsin.
“Deli misin be, ben senin hayatında değilim ki!” der.
Düpedüz hayatındadır oysa. Yoldan geçen adamdır. Figürasyondur, ama vardır. Yine de hesap soramazsın. Neticede sen de onun hayatında figüransın, figüranlığını bilmen gerekir. Geç yoldan, yürü git işte. Kimse kimseye bulaşmasın.

Belki de bir şeyleri kabullenmeyi bekliyorum. Ama teslim olur gibi değil, affeder gibi. Artık onu affedebilmek istiyorum. Bundan böyle asla ona ait günahları, korkularıma bahane olsun diye yeni baştan uydurmak zorunda kalmak istemiyorum. Sadece kendi günahlarıma sahip çıkmalıyım. Sadece kendi günahlarım bana sahip çıkmalı.

Rüyalarda sıkıcı hiçbir şey olmaz. Yani otobüs bekliyor dahi olsanız, o sırada mutlaka bir atraksiyon gerçekleşiyordur. Biri vardır yanınızda, konuşuyorsunuzdur ya da hani bambaşka gelişmeler olur da, bir yere gitmeniz gerektiğini bile unutursunuz. Sonuçta hiçbir zaman mal mal dikilip, otobüs beklemezsiniz. Hayattaysa her an her boku bekliyoruz.

Su siparişi verdim şu an ben mesela, sucuyu bekliyorum. Beklemek zorunda değilim elbette, ama üzerime, yabancı bir erkekle karşılaştığımda onu niyetim olmayan paylaşımlara heveslendirmeyecek giysiler giymeliyim. Yani aslında yeniden rahatlamayı bekliyorum da diyebiliriz.

Beklemek gerilimli bir süreç. Bu gerilimin bir boşalma noktası olmalı.

Dedem karizmatik adamdı. Zamanının Ziverbey delikanlılarından… Demiryollarından işçi emeklisiydi. Tıraş olurken hep ıslık çalardı.

Uzun yıllar akşamcıymış, nefis mezeler yapardı zaten. Rakı içmeyen kadından haz etmezdi mesela. Öyle bayramda seyranda rakı sofrası kurulunca, babaannem bile bir çay bardağına rakı koyar, adam gibi içemese de bütün gece o rakıyı mıkmıklanırdı.

Ketum adamdı, ağırdı filan ama beni çok severdi, bilirdim. Herkes karşısında el pençe divan dururken ben,
“Öpmiycem seni dede, bak yine tıraş olmamışsın, sakalların batıyo!” diye adamcağıza posta koyabilirdim.
Beni koltukaltlarımdan tutar, tam yüzünün karşısına getirir ve gani gani şefkat püsküren gevrek bir gülüşle;
“Daha bu sabah sen geleceksin diye özellikle tıraş oldum, zilli! Hala nesi batıyor?” derdi.
Zaten ben de sakallarından, sırf her seferinde onu güldürdüğüm için şikayet ederdim.

Akşamüstleri saat beşte Bostancı Tren İstasyonunun arkasındaki çay bahçesine gider, sağdaki büyük çınarın altında arkadaşlarıyla buluşurdu. Başlangıçta sekiz-on kişiydiler. Hepsi ütülü pantolon ve gömlek giyen, şapkalı, kasketli amcalardı. Yazın gömlekleri kısa kollu ve uçuk pastel renklerde olurdu.

İçlerinden birinin bastonu vardı. En yaşlı ve sessiz olanları oydu. Benimle diğerleri kadar ilgilenmezdi ama, arada bastonunu at gibi bacaklarımın arasına alıp etrafta koşturmama izin verirdi. Gerçi ben daha ziyade yerdeki mıcırlardan ve etrafta bulduğum çerçöpten evler yapmayı seviyordum ama, o adamı ilgisiz bırakmayı da istemiyordum. Hastaydı ve çocuklardan pek hoşlanmazdı. Yine de kötü biri değildi. Muhtemelen, çocuk olmasam severdi bile beni.

Önce o gelmez oldu çay bahçesine. Dedeme neden gelmediğini hiç sormadım. Teker teker eksildiler. Kalanlar zaman geçtikçe giderek sessizleşti. Dört kişi kaldıklarında, artık sadece oturur, hiç konuşmadan çaylarını içer olmuşlardı. Üç kişi kalmalarından kısa süre sonra dedem artık çay bahçesine gitmekten vazgeçti.

Pencerenin önünde bir koltuğu vardı. Sabahları kalkar, kahvaltısını eder, o koltuğa oturur ve beklerdi. Hiç konuşmadan saatlerce dışarı bakar, öyle beklerdi. Hava güzelse, akşama doğru güneş çekildiğinde balkona çıkar, aynı tenha sokağı bu kez de balondan izlerdi.

Bir akşam yanına gittim. O sıralar on beş yaşındaydım. Bir süre onunla birlikte sessizce oturdum. Sonra,
“Dede, benim için ıslık çalar mısın?” dedim.
Hava alacakaranlıktı. Sokak boştu. Dedem başını öte yana çevirip,
“Tövbe tövbe, gece gece şeytanları mı çağırtacaksın bana?” dedi.
Gece vakti asla ıslık çalmazdı.
“Dede, bırak şimdi şeytanları. N’olur, benim için ıslık çal!” dedim.
Suratı ciddileşti önce. Başını öne eğdi. Sonra gözlerini boşluğa dikti ve çalmaya başladı. Adagio… Sonuna kadar. Sonsuza kadar…

Dedem hayatında ilk kez o akşam, kararan havaya rağmen ıslık çaldı. Bittiğinde, başımı omzuna koydum ve babaannem bizi yemeğe çağırana dek, onunla birlikte öylece bekledim. Yaklaşık iki hafta sonra, dedem pencerenin önündeki koltuğunda öldü.

Beklemek gerilimli bir süreç. Bazen onun için “acaba beklediği şeyi o sırada mı kabullendi?” diye düşünürüm. Hüseyin Bey o gece, tüm şeytanlarına kafa tutacak kadar cesur ve mağrurdu. Bense kendi şeytanlarımı tanımlayamamaktan muzdaripim belki de.

Ölüm bana öyle uzak ki, gelirse aniden geleceğine neredeyse eminim. Ben kanserden ölmem mesela. Kanser olabilirim, ailemde de var, o ayrı, ama ölüm sebebim kanser olmaz. Belki trafik kazası, belki bir kalp krizi… Üzerime meteor dahi düşse, şaşırmamak lazım. Ben aniden giderim bu dünyadan. Zor geldim, ama fazlasıyla kolay giderim.

Öyleyse, neyi bekliyorum ben?

Beklerken sigara içmek adettendir diye sigarayı da bırakamıyorum. Yaşlanıyor olmak ürkütücü bir süreç. Şimdiye dek sana keyif vermiş olan her şey, daha çabuk yıpranmandan başka bir halta yaramıyor. Sağlıklı beslenmek fazlasıyla yavan. Kimse kovalamazken sağda solda (hatta plastik bir bant üzerinde) koşup durmak daha da saçma. Hele varlığına ihtiyaç duyan insanlar yoksa etrafında, bir çocuk gibi mesela, alışık olmadığın biçimde çürümeye başlayan bedeninin çatırtılarını duymak bütünüyle can sıkıcı.

İyi değilim bu ara. Ama kötü de değilim. Kabullenmeyi bekliyorum. Teslim olur gibi değil, affeder gibi. Teslim olmak hiç bana göre değil. Başarı nedir, bilmiyorum. Ama başarısızlıklarımı yargılamadan, kendi kendimi sakince onaylamayı bekliyorum. Halime gülüp geçebilmek istiyorum. Birinin beni sevmesine ihtiyaç duymadan, kendi kendimi sevebilmek istiyorum.

Kıçımızla dağları devirsek, hepimiz toprak olup gidiyoruz. Montgomery Clift mesela, çok başarılı bir oyuncuydu, ama kaç kişi onu biliyor ve takdir ediyor ki? İnsanların onu tanımaması adamın yeteneksiz olduğunu mu gösterir?

Gündüz vakti bira içmeyi bırakmalıyım en azından.

3 yorum:

Adsız dedi ki...

sürekli bekleme halinde yalnız olmadığıma sevindim, mutsuzum şu an ve mutlu olmayı bekliyorum örneğin.

ve dedeniz ne çok severmiş sizi, bu bile küçük bir çocuk için bugünlerde kendine olan güvenini vermiş olabilir.

Ufuk Aksoy dedi ki...

vaov!

Cedi dedi ki...

keyif verici mana yazmışsın, ne güzel yazıyorsun.