6 Mart 2012 Salı

"Bilmek güzeldir baba, ama sevmek kadar değil"*


Sanırım on üç, on dört yaşlarında filandım. Bir kot pantolonum olsun istiyordum. Bizim zamanımızda yoktu bu kadar marka, böyle süslü püslü giyecekler, demir perde ülkelerinden halliceydik. Yeni nesil bilmez o günleri.

Babama söylemiştim, “bakarız” demişti. Hemen her isteğime verdiği cevap bu olurdu. Devlet memuruydu babam, yani temel giderlerimiz dışında her masrafa önce bir ‘bakmak’ zorundaydı. Alabilecek gibiyse de alırdı. Aynı isteği iki kere söylememiz canını sıkardı.

Babamın ‘bakarız’ının üzerinden iki-üç ay geçmişti ki, kardeşim istedi aynı şeyi bir akşam. Benim kırıla döküle sorabildiğim soruları, o çok daha çocukça ve rahat dillendirirdi.
“Baba, bana kot pantolon alsana!”
Babam ne cevap verdi, duymadım. Ama Eda odamıza gelince,
“Ben aylar önce istedim, bekleyemez miydin? Şimdi iki tane birden alamayacağı için hiç almayacak!” dedim.
Babamın arkamda durduğunu ve bunu duyduğunu fark etmemiştim. Birden karşımda belirdi ve suratıma öyle esaslı bir tokat patlattı ki, sarsılıp sendeledim. Yüzüne baktığımda, öfkeden ziyade acı gördüm. Kalakalmıştı. Ardından, birden kendine gelmiş gibi başını öne eğdi ve alelacele odadan çıktı.

Babamın o anki acısının, yüzümdeki tokadın acısından çok daha ağır olduğunu yıllar sonra anladım. Peşi sıra birkaç gün benimle konuşmama sebebinin zalimliği değil, mahcubiyeti olduğunu da. Geçen gece geç vakit, bu olay geldi aklıma. Nereden geldiğini hatırlamıyorum, ama zamanının geldiği muhakkak.

Bir kadın olarak anneliği anlamak güç değil ama, baba olmanın ne demek olduğunu anlamada zorlanabiliyoruz. Çünkü erkek olmanın ne demek olduğunu pek bilemiyoruz. Biz kadınlar, toplumun genel geçerli ikinci sınıf vatandaşı olmaya hep huzursuzca bakarken, aslında çok değerli imtiyazlara da sahip olduğumuzu bazen akıl edemiyoruz.

Ataerkil dünya düzeninde kadın olmak bir zayıflık gibi algılanırken, aynı zamanda bizlere büyük bir duygusal ifade özgürlüğü de kazandırıyor. Çünkü ‘kadındır, ağlar’ anlayışının ardında yatan olumsuz hoşgörü, beraberinde duygusal dünyamızı alabildiğine deneysel yöntemlerle tecrübe edebilmemizi sağlıyor. Dilediğimiz gibi ağlayabilmekle kalmıyor, her türde insani zaafımızı rahatlıkla dışa vurabiliyoruz. Çünkü zedelenmesinden çekineceğimiz bir erk taşımıyoruz.

Oysa erkekler için durum çok farklı. Doğdukları andan itibaren zahmetsizce edindikleri erk onlara pek çok kapıyı rahatlıkla açarken, bedeli olarak duygusal dünyalarını sürekli baskı altında tutmalarını da zorunlu kılıyor. Diledikleri gibi ağlayabilmek, yakınabilmek şöyle dursun, erkeklik egolarının zedelenmesi riskini göze almadan sevgilerini dahi ifade edemiyorlar. Bu ne ağır bir yük, nasıl zorlu bir duruştur, yalnızca onlar bilir sanırım.

Erkek olmanın en ürkütücü yanı ise ebeveynlik söz konusu olduğunda ortaya çıkıyor. Kadının anne kimliğiyle yaşadığı başarısızlık, yalnızca annelik vasıflarına leke sürerken, başarısız bir baba bütün bir erkeklik onurundan oluyor. Ya evinin direğisin, ya da Allahın uyduruk çomağı kadar değerin yok. Duygusal kondisyonları güdük kalmaya mahkûm varlıklar için fazla keskin uçlar bunlar.

Neticede o gece babamı düşündüm. Kızlarına kot pantolon alamamanın bedelini koca bir varoluş sorgusuyla ödeyen o adamı. Sonra Leyla’nın babası geldi aklıma.

Biz anneler, çocuklarımızın babasını düşünürken, onları bizimle olan ilişkilerinden bağımsız kılmayı çoğunlukla beceremiyoruz. Kişisel geçmişimiz ve ilişkilerimizdeki romantik açılım buna engel oluyor. Kendi kendimizi yalnızca anneye indirgerken hiç zorlanmıyoruz da, onları yalnızca baba olarak sağlıklı biçimde değerlendirmede hep güçlük çekiyoruz.

Leyla’nın babası beni bir kadın olarak çok incitmişti. Ama dolaysız anlamda Leyla’yı incitecek bir şey yaptığı söylenemezdi. Baba olma kavramıyla yüzleştiğinde çekip giderek, kendi kendisini çok daha ağır yaralamış olabilme ihtimali vardı. Bununla nasıl başa çıkabildiğini ise hiç bilmiyordum.

Attığı tokat sonrası yüzüme bakamayan babam, bana yüzüme bakmayan babam olarak yansırken, içinde kopan fırtınalardan da haberim yoktu. Şüphesiz, gelip özür dilemeyi becerebilse ve bana aslında neler hissettiğini anlatabilse, onu yalnızca çok iyi anlamakla kalmaz, üzerine bir de ben mahcup olurdum. Fakat o bunu yapmadı. O günün şartlarıyla yapamazdı da. Çünkü henüz bir erkek olarak duygusal anlamda bu tür nitelikleri ödün vermekle bir tutacak ölçüde tecrübesizdi. Dünyanın en sert babalarının dahi pamuk gibi dedelere dönüşmeleri bu yüzden sanırım. Yıllar boyunca geçmişlerini sorguluyor ve karşılarındaki muhatabın bir çocuk olduğunu ancak dede olduklarında kavrayabiliyorlar.

O gece Leyla’nın babasının olası mahcubiyetinden geri dönebilmek adına dede olmayı beklememesi için bir şeyler yapmaya karar verdim. Öfkemden çekiniyor, yargılanmaktan korkuyor, hatta kendi kendine aramaya utanıyor dahi olabilirdi. Ne kaybederdim ki onu yeniden hayatımıza davet etsem? Bir kadın, bir eş olarak zaten yitirecek hiçbir şeyim kalmamıştı. Ama kızım için çok şey kazanabilirdim. Kısa bir e-mail yazdım ve onu Leyla’nın asla geri gelmeyecek bu değerli günlerini yaşamaya çağırdım. Cevabı hem olumlu, hem de tahmin etmediğim kadar hevesli oldu.

Ne tuhaftır ki, bebeğimi kucaklamış, keyifle havalara kaldıran o adama bakarken, aylar boyunca yüreğimi kavurup duran koca yangından eser kalmadı. Sanki onca uykusuz gece, onca gözyaşı, kendi kendime savurduğum onca küfür kıyamet kıytırık bir televizyon dizisi filandı. Sanki hiçbir tatsızlık yaşanmamış, hiçbir düşüm kırılmamıştı. Çünkü gördüğüm kişi bir vakitler sevdiğim adam değil, kızımın ömrü boyunca sevmekten asla vazgeçemeyeceği adamdı.

Bir çocuk arada husumet olduğunda annesinin mi, babasının mı haklı olduğuna karar vermek zorunda değildir. Bilakis, haklıyı haksızı ister istemez düşünmek zorunda kalmak bile onu adaletsizce yıpratır. O yalnızca çocuk olmalı, ebeveynleri tarafından çok ama çok sevilmeli ve bu sevginin sonuna kadar tadını çıkartmalıdır.

Kadın için çocuk sahibi olmak, anne olmayı keşfetmekle bitmiyor. Bu işin bir de baba olma halet-i ruhiyesini anlama kısmı var. Çünkü karşımızdaki adamlar direk olmakla çomak olmak arasındaki acımasız ayrımın çelişkisinde kaybolmaya bu denli yatkınken, duruma duygusal açıklık kazandırabilecek hassas donanım büyük ölçüde bizim niteliklerimiz arasında bulunuyor.

Elbette ki kadınların da Formula1 pilotu olabildiği ve erkeklerin de özür dileyebildiği bir dünya pek tatlı olurdu. Ancak insanlık olarak o noktalara erişebilmemize daha epey zaman var. Önümüzdeki en önemli görevler, çocuklarımıza kendi egosantrik problemlerimizden arınmış, rafine ebeveynler sunabilmemizle başlıyor. Bunun kolay olduğunu asla iddia edemem tabii. Yine de imkânsız olduğu da söylenemez.

Bundan böyle Leyla’nın babasına yalnızca, o gün doğru dürüst yemek yemediği ve o kadar kiloyu bir çırpıda verdiği için kızdığım gibi, eften püften nedenlerle kızmak istiyorum. Ve kendini ifade edemese de, baba olmak adına harcamaya gönüllü olduğu çabayı asla hafife almamayı hedefliyorum. Hayatta her sorumluluk kaçınılmaz biçimde büyük korkuları da beraberinde getiriyor. Bu korkulara karşı kuşanabileceğimiz tek silah ise, birbirimize olan inancımız. Leyla’nın annesi babasına inanmazsa, olan sadece Leyla’ya olur, bunu artık çok net fark edebiliyorum. Sanırım bu sayede ufak ufak anne olmayı da öğrenmeye başlıyorum.


*Murat Menteş

5 yorum:

Adsız dedi ki...

Kadın, erkek kategorilerden nefret ediyorum ama amorf bir halde, cinsiyetsiz yaşama fikri de insana imkansız geliyor..

Sadece nazik olmak bile erkeğin erkekliğini tartışmaya sokuyor, bu yüzden nezaketi, yaşlanıp buruştuğumuz (fiili olarak erkek olmanın anlamını yitirdiği) ileri bir tarihe erteliyoruz. Nazik ruhlar örselenip kabalaşıyor.. Kadın, her halde senle eşit olduğunu savlarken, onu dengi olarak gören bir erkekle karşılaştığında saçmalıyor çünkü; adam yerine konulmak istiyorsan, bir adam gibi davranmayı öğreniyorsun..

Oluyor da bu çok can sıkıcı. Elde erkeğin nasıl davranması gerektiğini gösterir bir reçete, sufle alır gibi erkeklik yapıyoruz..

Lanet olsun, ben erkek değilim ve olmak da istemiyorum diye bağırmak istiyor insan. Cinsel yönelimimden bahsetmiyorum, bunu söylemek bile zul geliyor ama en koyu feminist dahi erkek deyip seni ötekileştirdikten sonra derdini anlatacak insan bulamama korkusu, erkek olmaktan başka çare bırakmıyor..

Ve eşcinseller, femistler, travestiler değil yoldaşların.. Kadın ve erkek kategorilerinin tümüyle silikleştiği bir zümre, cenah henüz peydah olmadı dünyada..

neslihan dedi ki...

bloğu bugün gördüm ve 2010 dan beri yazdıklarınızı okudum ve leyla nın ne kadar şanslı bir kız olduğunu gördüm.inşallah herşey gönlünüze göre daha güzel olur bundan sonra ve herzaman.

Muge Cerman dedi ki...

Friendfeed yorumlarından birine "Ağlangaçlı yazarım" demişsin, kesinlikle öyle, çok sağlam yazıyorsun hem de. Yazdığın sırada görmemişim, bu sabah okudum, okurken de ağlamaktan helak oldum. Direk olmak için çabalayan, ama ruhundaki karmaşayı yenemeyen bir adamı toprağa verdiğimin ertesi gününde çok etkiledi bu yazı beni. Leyla için en iyi olanı seçen müthiş bir annesin, hep iyi günlerini gör kızının ve hep gurur duyacağın bir evlat olsun.

ÇokBilmiş dedi ki...

Uzunçorap'ta okuduğum yazınızdan sonra bu yazıyı okuduğuma çok sevindim. Blogunuz var mı diye merak da etmiştim, ayrıca bulduğuma çok sevindim :)

umay dedi ki...

benedicta..
şubattan temmuza kadar olan gelişmeler beni çok mutlu etti, temmuzdan kasıma kadar olan gelişmeler daha da güzeldir umarım..
gururunun ve öfkesinin kızıllığını toz pembeye çevirebilen özel yaratıktır anne o bir robocoptur, o bir ilahedir, annelik öğrenilen bişey değil bisiklete binmek öğrenilir, yemek yapmak öğrenilir vs işte sen anneliğe terfi etmişsin çoktan:)
öğrenmek demişken babalık öğrenilen bişey bak umarım aston martin hızlandırılmış sıkıştırılmış eğitim modunda level atlayarak mezun olur babalık okulundan:)
bi de (tamam bitiriyorum)leylanın başında küçük bi gelin tacı gelin ve damadın önünde yürüyo fıtı fıtı:)
olamaz mı olabilir:)
sevgiler
umay